Eski Türk dini, gerçekçi bir "Gök dini"

Mart 8, 2008 at 4:46 pm (Eski Türk dini, gerçekçi bir "Gök dini" idi)

Eski Türk dini, gerçekçi bir “Gök dini” idi:

Efsaneler, birer sembol ile ifade edilmiş, his ve inanışların, aynalarından başka bir şey değildirler. Bizce “Önemli olan efsaneler değil; onların köklerinde yatan ve onların doğuşlarına sebep olan dinler ve diğer inanışlardır”. Bu inançları bilmeden, Türklerin gök ve yıldızlar hakkında söyledikleri efsanelerin sırlarını çözüp ve açıklamanın imkânı yoktur.

Türklerin hayatında en önemli rol oynayan şey, “Çadır” idi Bütün hayatları burada geçer ve aile bağları da, bu yurt ile sembolleşirdi. Onlar çadıra girdikleri zaman, dünyaları da gökleri de hep kendi çadırları olurdu. Babil metinlerinde bile, gök bir çoban çadırına benzetilirken, Ortaasya’lı nasıl olurdu da, bu muhteşem göğü, çadırına ve yurduna benzetmezdi. İşte bizim bu konuda, hareket edeceğimiz en önemli çıkış noktamız bu olacaktır. Göğün bir çadıra nasıl benzetildiği ve bu fikrin nasıl geliştiğini, “Kutup Yıldızı” ile ilgili bölümümüzde inceleyeceğiz.

Ortaasya Türk kavimleri tarafından umumiyetle “Göğün kapısı” kutup yıldızının bulunduğu yer olarak kabul edilmiştir. Bunun da, başka türlü bir düşünceye dayandığı anlaşılıyordu. Eski geleneklerini bırakmamış bazı, Ortaasya boylarında, bunun az çok açıklamalarını da bulabiliyoruz. Birçok Türklere göre gökteki yıldızlar, Gök çadırının deliklerinden dünyamıza sızan ışıklar idiler. Tabiî olarak bu, çok ilksel bir açıklamadır. Herhalde Göktürk çağında böyle bir gelenek, itibarını çoktan kaybetmişti. Fakat Göktürk halkları arasında bu inancın, bir halk inanışı olarak yaşamadığını da iddia edemeyiz. Başlangıçtan beri söylediğimiz gibi, “Halk inanışları ile devlet dini, ayrı gelişme yolları takip etmişlerdi. Türklerde, Devlet dini de, ana prensipler bakımından halk inanışlarına dayanmakla beraber, daha gerçekçi ve içtimai bir yola girmiş, ayrıca dünyanın yüksek dinleri arasında yer almıştır”. Halk ise daima mistisizme meyletmiş ve günlük hastalık v.s. gibi işleri için de, dinlenen fevkalâde yardımlar ve çareler ummuştu. Bunu söylemekle, Göktürk devletinde, halkın devlet dinine inanmadığını demek istemiyoruz. Din, bir imam konusu olduğu kadar, büyü v.s. gibi pratiği de olan bir yoldur. Şamanların yaptığı bu pratik işler, devletin büyük din merasimlerinde herhalde büyük bir önem taşımıyordu. Bununla beraber devletin yüksek din anlayışını anlayabilmek için, yine halkın bu iptidaî geleneklerine bakmak icap etmektedir.

“Mevsimlerin değişimi” de, yıldızlara göre öğrenilebilirdi:

“Göğün kapısı” olan kutup yıldızı, hem kutsal ve hem de, bütün gezegenlerin başladığı bir “Demir kazık” idi. Uygurlar bu yıldıza daha büyük bir saygı göstererek, ona “Altın kazuk” demişlerdi. Kutup yıldızı parlaklığın bir sembolü idi. “Kutup yıldızının bulunduğu yerden veya gök kubbesinde meydana getirdiği kapıdan, Tanrı insanlara şefaat eder ve Kamlar (Şamanlar) da bu delikten Tanrı ile ilgi kurarlardı. Bu kapı, insanlar dünyası ile, gökteki ruhlar dünyasının bir sınırı idi”. Bu sebeple bu yerin, diğer yıldızların deliklerine nazaran, ayrı bir kutsallığı vardı. Ortaasya kavimlerine göre, “Hava değişimleri”nin de, bu yıldızlarla büyük bir ilgisi vardı. Meselâ Yakut Türklerine göre, “Soğuk havalar, diğer gezegenlerin deliklerinden yeryüzüne inerlerdi. Bu bakımdan bilhassa Ülker yıldızı büyük bir önem taşırdı. Gezegenlerin yükselip alçalması ile, soğuk veya sıcak havaların geleceği, çoğu zamanda isabetli olarak söylenirdi”. Anlaşılıyor ki, “Yıldız bilgisi” ile “Efsane”nin de çok yakın ilgileri vardı. Meselâ Kuzey-Doğu Asya’da “Büyükayı burcunun kuyruğunun döndüğü yöne göre, mevsim de değişirdi. Büyükayı burcunun kuyruğu, kuzeyde ise kış; batıda ise, sonbahar; güneyde ise, yaz ve doğuda ise, ilkbahar gelirdi”. Bundan da anlaşılıyor ki, Ortaasya kavimleri, bir yandan yıldızlar hakkında efsaneler düzerken, diğer yandan da yıldızların

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın