HAZAR DENİZİ

Şubat 15, 2008 at 1:39 pm (COĞRAFYA, HAZAR DENİZİ)

GİRİŞ

Hazar Denizi yaklaşık 371.000 km karelik bir alanı kapsayan, denizlerle ve okyanuslarla nehir-kanal şebekesi dışında herhangi bir doğal bağlantısı bulunmayan bir tuzlu su kitlesidir. Volga ve Don nehirlerinin kollarına eklenen kanallar aracılığıyla Karadeniz ve Baltık Denizi’ne bağlanmıştır. Hazar Denizi kıyılarının kuzeyden güneye uzunluğu yaklaşık 1.200 km olup, doğudan batıya genişliği de 210 km ile 490 km arasında değişmektedir. Hazar Denizi’ne 10 büyük akarsu dökülmektedir.

Uzun yıllar boyunca sürekli düşme gösteren Hazar’ın su seviyesi 1977’den sonra aniden yükselmeye başlamıştır. Ortalama su seviyesi 1977’den bu yana yaklaşık 2 metre yükselmiştir ve halen de her yıl 10-15 cm yükselmektedir. Bu durum ciddi ekonomik zararlara neden olmuştur. Kıyı şeridindeki bir çok köy su altında kalmış ve balıkçılıkta ciddi kayıplar olmuştur. Kazakistan’daki alanlar yavaş yavaş su altında kalmakta ve bu durum ciddi sorunlar doğurmaktadır. Kazakistan’ın kuzey kıyı şeridindeki 1000’in üzerinde petrol kuyusu bu yüzden işe yaramaz hale gelmiştir ve bu kuyulardan Hazar’a petrol sızmaktadır.

Hazar havzası doğal kaynaklar açısından oldukça zengindir. Hazar’da balıkçılık önemli bir gelir kaynağıdır. Bölge dünya havyar ihtiyacının yüzde 90’ını karşılamaktadır (Bilici, 1998:43). Bunun yanısıra Hazar’da 163 milyar varil petrol ve 17.6 milyar metreküp doğalgaz rezervi vardır. Bu da 1996 rakamlarıyla dünya petrol rezervlerinin yüzde 16’sı ve dünya doğalgaz rezervlerinin yüzde 12’sine denk gelmektedir.

1991’e kadar Hazar’a tartışmasız olarak sadece Çarlık Rusyası/ Sovyetler Birliği ve İran kıyıdaş devletler olmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra onun halefi durumundaki Azerbaycan, Kazakistan, Rusya ve Türkmenistan kıyıdaş devlet durumuna gelmiş ve böylece İran’la birlikte kıyıdaş devletlerin sayısı beşe yükselmiştir. Yeni kıyıdaş devletlerle birlikte Hazar’ın hukuksal statüsü tartışmaları da gündeme geldi. Zengin petrol ve doğalgaz yatakları dolayısıyla Hazar sadece kıyıdaş devletlerin değil tüm dünyanın ilgi alanı olmuştur. Hazar’ın hukuksal statüsünün belirlenmesi konusu esasen 1994 yılından itibaren uluslararası bir sorun haline gelmiştir. Azerbaycan Hükümeti Eylül 1994’te Amerikan ve Avrupalı şirketlerin oluşturduğu bir konsorsiyumla 8 milyar dolarlık bir anlaşma imzalamıştır. Pek çok yorumcu tarafından “Yüzyılın Anlaşması” olarak nitelendirilen bu girişim ile Bakü’ye bitişik kıyılardaki Güneşli, Çırak ve Azeri sahalarından 4 milyar varil petrol çıkartılması öngörülmektedir. Bu üç sahanın üç yıllık dönemde 511 milyon ton ham petrol üreteceği umulmaktadır. Azerbaycan Eylül 1994 tarihli petrol anlaşmasından sonra 1995 ve 1996 yıllarında uluslararası konsorsiyumlarla sonuçlandırdığı üç ayrı anlaşma daha imzalamıştır. Azebaycan’ı Tengiz petrol sahasının ihaleleri ile Kazakistan takip etmiştir. Diğer kıyıdaş devletlerden Rusya ve İran ise bu ihalelere tepki göstererek Hazar’ın statüsü sorununu sürekli olarak gündemde tutmaya başlamışlardır.

Bu durum Hazar’ın statüsünün belirlenmesinde uluslararası hukukun yanında siyasi ve ekonomik unsurları da devreye sokmuştur. Bu yüzden her kıyıdaş devlet kendi hukuksal tezini oluştururken diğer kıyıdaş devletlerin yanında üçüncü devletlerin de desteğini almaya çalışmaktadır.

Hukuksal statüsünün belirlenmesi açısından ilk olarak Hazar’ın bir göl mü yoksa bir deniz mi olduğunun saptanması gerekmektedir. Hazar deniz olarak kabul edildiği taktirde, 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (BMDHS) göre, her kıyıdaş devletin karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgesinin olması gerekmektedir.
Hazar göl olarak kabul edilirse, bu durumda ulusal sınırların belirlenmesinde iki yöntem ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birincisi Hazar’ın tamamen ulusal sektörlere bölünmesi, ikincisi ise ortak kullanımdır.
Statü sorununu çözüme kavuşturmada öncelikle Hazar’a ilişkin yapılmış antlaşmalar, ikinci olarak da bölgesel yapılageliş (teamül) kuralları büyük önem taşımaktadır. Uluslararası hukukta Hazar için örnek teşkil edebilecek benzer durumlar da sorunun çözümüne yardımcı olacaktır.[1]

SSCB’nin dağılmasından bu yana statüsü konusunda görüş birliği sağlanamayan Hazar Denizi hakkında önemli gelişmeler yaşanıyor. Türkmenistan Devlet Başkanı Saparmurad Niyazov bütün dünyayı ilgilendiren ve Türk dünyasının en önemli meseleleri arasında yer alan Hazar’ın statüsü ve Hazar’dan faydalanma konularında bir çözüm planı hazırladı.

DG- Türkmenistan Devlet Başkanı Niyazov’un söz konusu önerisini 23 Nisanda Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’ta Rusya, Azerbeycan, Türkmenistan, İran ve Kazakistan’ın katılımıyla düzenlenecek zirve toplantısında açıklanacağı belirtiliyor. Dünyanın 3. büyük petrol ve doğalgaz yataklarını barındırdığı tahmin edilen Hazar Denizi’nin paylaşımı Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 1991 yılından bu yana, bütün enerji piayasalarını ve Avrasya dengelerini doğrudan etkileyen bir konu.

Rusya ve Azerbeycan denizi ortalayan çizgilerle bölünmesini istiyor. İran ise bu durumda en az payı alacağından karşı çıkıyor. SSCB döneminde Hazar’da büyük avantaja sahip olan İran’ın eşit veya nispi paylaşıma razı edilmesi kolay görünmüyor.

Avrasya bölgesinde denize çıkışı olmayan en büyük su kütlesi Hazar’ın Basra Körfezi ve Sibirya’daki rezervlerden sonra en büyük petrol ve gaz rezervlerine sahip olduğu tahmin ediliyor. 1991’e kadar iki devletin kıyısının bulunduğu Hazar Denizi, Sovyet kıyı petrol çıkarımında da en büyük paya sahipti. Hazar petrolü İran için Basra Körfezi rezervleri ile karşılaştırıldığında, coğrafi koşullar ve bölgesel güç dağılımı nedeni ile çok önemli olmadığından, Sovyet donanması ve petrol tesisleriyle Hazar Denizi Sovyet kontrolü altındaydı.
Hazar’ın statüsü konusunda SSCB ve İran arasında 1921 ve 1940 yılları arasında iki anlaşma imzalandı. Bu anlaşmalar ile Hazar’da, deniz üzerinde nispeten istikrarlı bir güç paylaşımı sağlandı. Ancak SSCB’nin dağılması ile bu anlaşmalar pratikte geçersiz hale geldi. Hazar’da bugün Rusya ve İran’ın yanı sıra Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan da kıyıdaş ülke. Hazar’a kıyıdaşlık ülkelere Batılı sermaye ve uluslararası güvenlik şemsiyesinin yolunun açılmasında yardımcı olurken, bölge istikrarını da hem zorunlu hem de zorlu hale getirdi.Bir taraftan Rusya’nın ekonomik bağımsızlık arayışındaki bölge ülkelerine bakış açısı, diğer taraftan Sovyet ardılı cumhuriyetlerin birbiri ile sorunları Hazar’ın nihai statüsüne kavuşmasını engelledi. Hazar’ın statüsü özellikle petrol aramaları ve üretimi projeleri açısından hayati önem taşıyor. Pek çok petrol kuyusunun geleceği doğrudan denizin kazanacağı statüye bağlı. Azerbaycan’ın kıyılarından 120 mil açıktaki petrolün çıkartılmasıyla ilgili Batılı şirketlerle Azerbaycan’ın imzaladığı sözleşmeler için de statü sorunu geçerli. Sözleşmeler Hazar’ın bir deniz olarak tek taraflı kullanımını ortaya koyuyor. Aynı zamanda Türkmenistan kendisine ait olarak gördüğü Hazar’ın orta kısmındaki petrol sahalarında Azeri-İngiliz petrol işletme taleplerini yasadışı ilan etti.
Rusya, 5 Ekim 1994’te BM’ye başvurarak, BM Genel Kurulundan Hazar’ın hukuki rejimi sorununun gündemine alınmasını istedi. Rusya, denizin ortak mülkiyeti ilkesinin Hazar için de geçerli olmasını istiyor ve kıyı devletlerinin tek taraflı eğilimini kınıyor.
Rusya’nın memorandumunda yer alan “Hazar Denizi ile ilgili tek taraflı bir eylem hukuk dışıdır ve yasal düzeni yeniden kurmak ve tek taraflı eylemlerin sonuçlarını gidermek için gerekli ve uygun önlemleri alma hakkını saklı tutan Rusya Federasyonu’nca tanınmayacaktır. Önemli maddi zarar dahil bu olayları bütün sorumluluğu tek taraflı eyleme kalkışanların olacaktır ve bu devletler Hazar Denizi’nin hukuki durumunu ve uluslararası antlaşmalardan doğan yükümlülüklerini göz ardı etmiş olacaktır.” İfadesi Moskova’nın tutumunda ne kadar ısrarlı olduğunu da ortaya koyuyor.[2]

HAZAR DENİZ Mİ?
Hazar bir deniz, yarı deniz veya kapalı bir deniz olarak tanımlanırsa, 1982 Sözleşmesi uygulanacak. Sözleşme uygulandığı zaman da her bir kıyıdaş devlet deniz karasularına, bitişik bölgelere, özel ekonomi bölgelerine ve kıta sahanlığına kendi bölgesindeki doğal kaynaklarını işleme hakkıyla beraber bölecek. Hazar’ın deniz olduğunun kabul edilmesi halinde beş ulusal bölgeye bölünebilir.

HAZAR GÖL MÜ?

Hazar bir göl olarak tanımlanırsa uluslararası sınır gölü statüsünü kazanacak. 1981 Sözleşmesi konu dışı kalır. Uluslararası hukukta sınır gölleri için geçerli bir yöntem veya kural yok. Bu durumda Hazar’da bütün kıyıdaş devletlerin sahillerinden eşit uzaklıkta çizilen merkez hattıyla ve bu merkez hattı üzerindeki kara sınırlarının son noktasından çizilen bir dikey hatla ulusal bölgelere ayrılabilir. O takdirde devletlerin sınırları göl üzerindeki sınır çizgisi boyunca devletlerin topraklarına ilgili bölümlerin eklenmesiyle geçer. Devletlerin bu bölümler üzerindeki doğal kaynakları çıkarma hakları sınır çizgisine kadar olan göl sularını kapsar. Sınır gölü konusunda ABD ve Kanada arasında Büyük Göller, Fransa ve İsviçre arasında Cenevre Gölü örnekleri var.

Bu arada bazı ara formüller de mümkün. Her bir kıyıdaş devlet, 12 millik kara sularına sahip olması ve gölün geri kalanının ortak kullanımına açık olması tercih edilebilir. Aynı şekilde Hazar’ın yüzeyinin ve sahanlığının, yani altının ve üstünün de farklı uzlaşmalarla paylaşımı da olabilir.[3]

Hazar’ın Statüsü İle İlgili Devletlerin Görüşleri:

RUSYA
Rusya’nın Hazar’da gördüğü en önemli sorun üç eski Sovyet Cumhuriyeti ile petrol antlaşmaları imzalayan batılı petrol şirketleri. Bölgesinde ikinci plana itilmeyi istemeyen Rusya açıkça dile getirmese de tepkili. Rus nüfuzunun bölge üzerinde artan Amerika’nın etkisi karşısında hızla azalmaya başlamasından endişe ediyor. Moskova’nın bu yaklaşımı, 13 Mayıs 1997 de İstanbul’da düzenlenen Karadeniz Ekonomik İşbirliği Konseyi toplantısında somutlaştı. Toplantı çerçevesinde ele alınan Hazar’ın kirlenmesi konusuna ABD ve Özbekistan gibi ülkelerin masada olması Rusya’nın memnuniyetsizliğini ortaya koymasına yol açtı. Rusya ayrıca devletler düzeyindeki Hazar sorununda petrol şirketlerinin müdahil olmasını doğru bulmuyor.
ABD’nin “Hazar bölgesi, ABD’nin stratejik çıkarları olan bir bölgedir” açıklaması ve Bakü-Ceyhan’daki ısrarı, Kremlin’de “Rusya güvenlik sistemine saldırı” olarak yorumlanıyor.Rusya’nın Hazar’ı bir deniz olarak kabul etmek istememesinin bir nedeni de Hazar’ı açık denizlere bağlayan su yollarının Hazar’ın deniz olarak kabul edilmesi durumunda uluslararası su yolları olarak tanınacağı ve Hazar’ın uluslararası denizciliğe açık hale gelebileceği kaygısı. Rusya açısından bunun kabulü mümkün değil. Çünkü bir su havzasını deniz olarak tanımlanmasında temel ilke; havzanın kapalı denizlerle, su yollarıyla, açık denizlerle direkt ya da başka türlü bağlantısının olması. Hazar’ın böyle bir bağlantısı olmadığı için deniz olarak kabul edilemez. Yapay kanallar ve nehirler uluslararası hukukun konusu olmadığı için Hazar 1982 Sözleşmesine konu olamaz. Moskova bu nedenle Hazar’da, kara sularında, bitişik bölgelerde, özel ekonomik bölgelerde veya kıta sahanlığında kıyı devletlerinin yetkisi konsepti uygulanamayacağında ısrarlı. Rusya, Hazar’ın 1921 yılına kadar bir iç su havzası olarak değerlendirildiği, ama kara su hudutlarının belirlenmesi sorunu hiçbir zaman gündeme getirilmediği için tercihini “gölden” yana kullanıyor. İran ve SSCB Hazar’ı deniz olarak değerlendirmemişti.
Rusya’nın çıkarlarına en uygun olan seçenek, Hazar’ın ulusal bölgelere bölünmemesi. Moskova, böyle bir paylaşım olursa, Türkmenistan ve İran’la ortak sınırını kaybedecek. Kazakistan-İran sınırı da olmayacak. Rusya, ortak kullanım sayesinde Hazar’ın ekolojik açından kurtarılabileceğine ve özellikle somon balığı gibi doğal kaynakların hızla tükenmesinin engellenebileceğine inanıyor. Ortak paylaşım ayrıca havyarın eşit paylaşımını sağlayacak.[4]

AZERBAYCAN
Azerbaycan Hazar’ın bir “sınır gölü” olduğu düşüncesinden hareketle, orta hat (median line) esasına göre beş ulusal sektöre bölünmesini savunmaktadır. Azerbaycan Hazar’ın sularının ve deniz dibinin tamamen taksim edilerek, egemenlik alanlarına bölünmesini ve her ülkeye ait alanda mülkiyet ve egemenlik ilkelerine dayalı olarak o ülke mevzuatının geçerli olmasını savunmaktadır.

Azerbaycan ikinci bir teklif olarak Hazar’a “açık deniz” statüsünün uygulanabileceğini ileri sürmektedir. Bu durumda Hazar’a 16 Kasım 1994’te yürürlüğe giren 1982 BMDHS’nin uygulanmasını istemektedir. Böylece her kıyıdaş devlet 12 millik karasuları, 200 mil veya daha fazla kıta sahanlığı ve 200 millik münhasır ekonomik bölgeye sahip olacaktır.

Azerbaycan açısından önem taşıyan nokta Hazar’ın göl veya deniz statüsünde tanınmasından çok, kıyı ülkelerinin deniz üzerinde münhasır yetkilerini kullanabileceği ulusal egemenlik alanlarına bölünmesidir. Ancak Hazar’ın hukuksal statüsü kesin olarak belirleninceye kadar, Azerbaycan her kıyı devletinin kendi bölgesinde kalacak petrol ve doğalgaz rezervlerini işletebilmesini savunmaktadır. Azerbaycan, 6 Temmuz 1998’de Rusya ve Kazakistan’ın imzaladıkları ve Hazar’ın deniz tabanını bölen anlaşmayı olumlu bir gelişme olarak değerlendirdi. Ancak Bakü, bu paylaşımı yeterli bulmayıp deniz tabanının üstündeki tüm su kütlesinin de ulusal sektörlere bölünmesi gerektiği görüşünü tekrarladı.[5]

Ayrıca, Azerbaycan’ın bu konuda özel bir yeri var. Çünkü Azerbaycan, 1901 yılında dünya petrol üretiminin yarısını sağlamış bölgenin en eski petrol üreticisi. Aynı zamanda Azerbaycan konunun tek Kafkas ülkesi ve Batıya en yakın olan kıyıdaş ülkedir.. Her ne kadar Azerbaycan’ın üretim kapasitesi Sovyet yönetimi altında sürekli azalmış olsa da, bugün Hazar’daki en aktif oyuncu. Petrol rezervleri 40 milyar varil düzeyinde tahmin edilen Azerbaycan, Eylül 1994 tarihinde 11 uluslararası şirketle 7,4 milyar dolarlık “yüzyılın antlaşmasını” imzaladı. Azerbaycan Rusya’nın 45 millik kara suyu önerisini ret etti. Çünkü Azerbaycan’ın mineral kaynakları 45 millik bölgenin ilerisinde bulunuyor ve Rusya’nın öneriyi buna dikkat ederek yaptığı görüşüne sahip.[6]

KAZAKİSTAN

Kazakistan ve Azerbaycan’ın görüşleri karşılaştırıldığında, Azerbaycan’ın Hazar’ın tümüyle ulusal sektörlere bölünmesini savunurken, Kazakistan’ın deniz yatağının paylaşılması, Hazar’ın sularının ise belirli bir münhasır yetki alanı dışında ortak kullanılmasını benimsediği görülmektedir .

Kazakistan ve Azerbaycan arasındaki bu küçük tutum farklılığı Kazakistan’ın Rusya ile Temmuz 1998’de anlaşma imzalamasını kolaylaştırmıştır. Kazakistan, deniz tabanının tamamen bölünmesini kabul ederken su kütlesinin ortak kullanılmasını kabul etmekle, Hazar’ı bir sınır gölü olarak değerlendirdiği izlenimi vermektedir. Çünkü Hazar’a deniz hukuku uygulansaydı, kıyı devletlerinin tam egemenliğinin olduğu 12 millik karasuları dışında, 200 millik veya karşı kıyıdaş devletin sınırına kadar münhasır ekonomik bölgeye sahip olacaktı.

Azerbaycan gibi Kazakistan da Hazar’ın ulusal sektörlere bölünmesini savunuyor ve ortak mülkiyet istemiyor. Kazakistan da Primakov’un 45 millik önerisinden memnun olmadı. Tahminlere göre Kazakistan’ın Hazar’da en zengin rezervlere yani 10 milyar ton petrol ve 2 trilyon m. Doğalgaz rezervine sahip. Kazakistan sorunlu demografik yapısı ve Rusya ile kopması mümkün olmayan bağları nedeniyle Hazar konusunda daha çok gelişmeleri gözlemlemeyi ve dikkatle not etmeyi tercih ediyor.[7]

İRAN

Rusya gibi İran da Hazar’ın ulusal sektörlere bölünmesine şiddetle karşı çıkmaktadır. İran, Hazar’ın bir göl olduğunu ve beş kıyıdaş devlet tarafından ortaklaşa kullanılması gerektiğini söylemekte ve üçüncü devletlerin Hazar’dan yararlanmasına karşı çıkmaktadır. Azerbaycan ve Kazakistan’ın Hazar’ın kaynaklarını tek taraflı olarak işletmesini de eleştirmektedir . İran’a göre 1940 Antlaşması 10 millik kıyı şeridi dışında ortak kullanım ilkesini benimsemiştir. İran, ortak kullanıma ilişkin olarak Hazar’ın 12 ulusal sektöre bölünmesini önermektedir. Vance Owen’ın 10 kantonluk Bosna planına benzeyen bu öneri, çok karışık ve uygulanması oldukça zordur.

İran uzun süre, Rusya’nın tezini desteklemekle birlikte Temmuz 1998’de imzalanan Rusya-Kazakistan Anlaşması ile İran ve Rusya’nın Hazar’daki yolları ayrılmıştır. İran, Rusya ve Kazakistan’ın Hazar’ın deniz dibini paylaşmalarını Mayıs 1998’de BM nezdinde protesto etmiştir (BBC, 1998c:11). İran bu protestosunda, Hazar’ın beş kıyı devletinin rızası olmaksızın paylaşılmasının kabul edilemeyeceğini ve tüm eski Sovyet cumhuriyetlerinin Sovyetler Birliği ve İran arasında yapılan 1921 ve 1940 antlaşmalarıyla bağlı olduğunu bildirmiştir. Ayrıca İran, Türkmenistan ile 7 Temmuz 1998’de (Rus-Kazak Anlaşması’ndan bir gün sonra) ortak bir bildiri yayınlayarak Moskova ve Astana’nın imzaladıkları anlaşmayı reddetmiş ve Hazar’ın ancak tek hukuksal statüsü olabileceğini, kaynakların da adil ve eşit bölüşülmesi gerektiğini belirtmiştir.

İran, Rusya Federasyonu’nun bu politika değişikliği ile, Hazar’a ilişkin politikasında yalnız kalmıştır. İran’ın bugün Rusya ile uzlaştığı tek noktanın Hazar’dan boru hattı geçirilmemesi olduğu söylenebilir. Diğer kıyıdaş ülkelerin statü konusunda bir uzlaşmaya varmaları halinde, İran’ın bu gelişmenin dışında kalamayacağı düşünülmektedir. Ancak Rusya ile birlikte bir çok sorunlar yaratarak Hazar’daki petrol yataklarının işletilmesini güçleştirebilecektir.

Aslında hukuksal açıdan İran’ın iddiaları güçlü değildir. Çünkü, İran 1991’den önce 10 millik kendi kıyı şeridi dışındaki alanı fiilen Sovyetler Birliği’nin kullanımına terk etmiştir. Bugün Azerbaycan ve Kazakistan’ın kendi kıyılarına yakın alanda petrol çıkarmasına karşı çıkan İran, Sovyet döneminde Bakü açıklarında Moskova tarafından petrol çıkarılmasına sessiz kalmıştır.Bu durum İran tarafından o dönemde Sovyetler Birliği gibi süper bir devlete karşı koymanın mümkün olmadığı gibi bir tezle açıklanmaya çalışılmaktadır.[8]

TÜRKMENİSTAN

Türkmenistan’ın Hazar’a ilişkin tutumu, uzunca bir süre diğer kıyıdaş devletlere göre daha belirsiz ve esnek olmuştur. Türkmenistan, Rusya ve İran’ın baskıları nedeniyle önce bu ülkelerin görüşüne yakın bir görüşü Ocak 1997 tarihine kadar savunmuş ve kıyıdaş ülkelere bırakılacak 45 millik münhasır yetki alanı dışında kıyıdaş devletlerin ortak kullanımına açık bir alan tesis edilmesi gerektiği görüşünü benimsemiştir. Türkmenistan daha sonra bu görüşünü değiştirmiş ve idari paylaşımın orta hat esasına göre yapılması, ayrıca kıyıdaş beş ülkenin Hazar’ın kendi sektörlerinde kalan bölümünde mineral kaynakları münhasıran kullanmakta serbest olması gerektiği görüşünü savunmaya başlamıştır.

Ocak 1997’de Türkmenistan Cumhurbaşkanı Saparmurat Türkmenbaşı Azeri ve Çırak petrol sahalarının Azerbaycanlılarca konan isimlerini değiştirmiş ve kendi adını vermiştir.
Bu petrol sahaları, 45 millik kıyı şeridinden daha ötede olduğu için Türkmenistan’ın Hazar’ın fiilen ulusal sektörlere bölünmesini desteklediği söylenebilir. Ancak işin ilginç tarafı Hazar’da aynı tezi savunmaya başlayan Türkmenistan ile Azerbaycan, petrol sahaları yüzünden kendi aralarında anlaşmazlığa düşmüşlerdir.

Fakat son zamanlarda Türkmenistan’ın tekrar tutum değiştirdiği gözlemlenmektedir. Türkmenistan Cumhurbaşkanı Saparmurat Türkmenbaşı’nın 6-9 Temmuz 1998 tarihlerindeki Tahran ziyareti sırasında yayımlanan ortak bildiride, Hazar’ın statüsü konusunda kıyıdaş devletlerin onayladığı bir anlaşma ortaya çıkana kadar İran ve Sovyetler Birliği arasında imzalanan anlaşmaların geçerli olacağı belirtildi. Böylece Türkmenistan, Hazar’ın hem deniz tabanının hem de su kütlesinin ortak kullanımını savunan İran’ın görüşlerine daha yakın hale gelmiştir.

Türkmenistan’ın Rusya-Kazakistan Anlaşması sonrasında İran ile belirli ölçüde ortak bir tepki sergilemesinin ardındaki en önemli etken, bu ülkenin Azerbaycan ile Hazar’daki tartışmalı petrol sahalarından kaynaklanan sorunların çözümlenmesini bir süre daha mümkün olmayacağı düşüncesi ve Azerbaycan’a karşı bir destek arayışı içinde olması şeklinde açıklanabilir. Bununla birlikte Türkmenistan’ın tutumu halen çok açık değildir. Üstelik Türkmenistan kıyılarına 104 km uzaklıkta bulunan Serdar/Kepez petrol sahası üzerindeki tek taraflı egemenlik iddiasından vazgeçmiş değildir.[9]

Türkmenistan uluslararası petrol ve doğal gaz piyasasında sahip olduğu 320 milyon varil petrol rezervi ve 2.6 trilyon m3 gaz rezervi ile güçlü bir konumda. Türkmenistan ilk önce Azeri ve Kazak taraflarının Hazar’ın ulusal bölgelere bölünmesi görüşünü savundu. Daha sonra 1994 yılında Cumhurbaşkanı Niyazov, Hazar’ın geliştirilmesi için uluslararası bir konsorsiyum oluşturarak ortak faaliyetleri sınırlamayı önerdi . Devamında tutumunu değiştirerek 45 millik İran-Rus teklifi yönünde görüş belirtti.
Bugün Türkmenistan’ın İran-Rus çizgisinden uzaklaştığı kesin. Ocak 1997’de Niyazov Azeri ve Çırak petrol sahalarının Azerice olan isimlerini değiştirdi ve kendi ismini verdi.[10]

İSRAİL’İN BÖLGEYLE İLİŞKİSİ
İsrailli yöneticiler Kafkasya ve Orta Asya’daki yeni Cumhuriyetlere geziler düzenledi. Bu cumhuriyetlerden bazı yöneticiler de İsrail’e gittiler. İsrail “Tarımsal İşbirliği” adı altında anlamlı bir yöntemle bu devletlere yaklaşırken, bir yandan da Mossad ajanı Shaul Eisenberg vasıtasıyla bölgedeki uyuşturucu ticaretine el atıyor.
İsrail’in bölgeye yönelmesindeki temel etkenlerden biri bölgenin İslâmi bir potansiyele sahip olması ve gerçek anlamda İslamileşmesinden çekinmesidir. Gn.Kur.Bşk.Ehud Barak bölgede yeni Müslüman Cumhuriyetlerin doğmasının İsrail’in çıkarlarına uygun olmadığını açıkça belirtmiştir.
Rusya’nın da en korktuğu şey yeni Cumhuriyetleri İslam’a kaptırmaktı.
Yitzhak RABİN’in Yeltsin ile 1993 yazında Moskova’daki görüşme aralarındaki ittifakı pekiştirmişti. Rabin Yeltsin’e “radikal İslâm” konusunda yeterince duyarlı bulduğunu açıklamıştı.
İsrail’in Müslümanlara karşı Rusya ile birlikte desteklediği bir başka bölgesel güç de Ermeniler idi Azerileri katleden Ermeni ordusu saflarında İsrailli subaylar da yer alıyordu. (T.D.News:05 Şubat 1993) Weizmann Ermenistan ve Yahudi Filistin’i Doğu’nun İslâmi hakimiyetine son verebilir.” Sözünün aktif siyasete dönüştürüldüğü görülmektedir.
C.Dudayev’in özel temsilcisi Safifa Murad’ın açıkladığına göre “Yeltsin’in arkasında Yahudiler var.” Yeltsin’in Kafkasya ve Orta Doğu politikalarını belirleyen Vitaly NAUMKİN’di. Mayıs 1995’te Ankara’da Graham FULLER ve İsrailli Dışişleri görevlilerinin de katıldığı “Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya” konulu bir konferansta konuşan, NAUMKİN, “Rusya’nın Çeçen direnişini kırmak için her türlü yolu kullanmaktan çekinmeyeceğini söylemişti.
Rus saldırılarının başlamasından iki ay önce İsrail, Çeçenya’daki Yahudileri İsrail’e aktarmıştı.
Bu olay da İsrail’in Rus saldırılarından en az iki ay önce haberdar olduğunu gösterir ki, Yeltsin’in arkasında Yahudilerin olduğunu destekler.
Azerbaycan’ın devrik Cumhurbaşkanı E.ELÇİBEY “İsrail’le Askeri alanda işbirliği yapmak üzere diplomatik ilişkilerin kurulacağını” açıkladığı sırada İsrail-Azerbaycan ilişkilerini üst düzey Mossad yetkilisi David Kinche yönetiyordu. Resmen diplomatik ilişkiler kurulmamış olmasına rağmen İsrail’in temsilcisi Lev BARDAKİ Bakü’de bir eve yerleşmiş ve İsrail’in “gözü kulağı” işleri görmeğe başlamıştı bile. Azerbaycan’daki Yahudi cemaati önde gelenleriyle görüşürken Elçibey ve Savunma Bakanlığıyla da sık sık bir araya geliyordu.
İngiliz Orta Doğu uzmanı Peter Mansfield: “Bugün için İsrail önünde tek düşman kalmıştır –İslâmi hareketler. Rabin’in Yeltsin’le görüşmesinin en önemli gündem maddesi bu konuda Rusya’dan destek almaktı.”[11]

Hazar’ın Statüsü İle İlgili Anlaşmalar

10 Şubat 1828 Türkmençay Antlaşması: Antlaşmanın 4. maddesi Rusya ile İran arasındaki sınırın Hazar’da sona erdiğini ifade etmekte, 8. maddesi ise sadece Rusya’nın Hazar’da savaş gemisi bulundurma hakkına sahip olduğunu belirtmektedir. Böylece Hazar, kara sınırının tespitinde ölçü olarak alınmıştır.

26 Şubat 1921 Moskova Dostluk Antlaşması: 11. madde ile İran’ın Hazar’da donanma bulundurmasını engelleyen Türkmençay Anlaşması iptal edilmiştir. İki taraf Hazar’da kendi bayrakları altında seyrüsefer konusunda eşit haklara sahip olacaklardır.

27 Ağustos 1935 Tarihli Antlaşma: Antlaşmanın 14. ve 15. maddelerinde Sovyet ve İran gemileri için serbest seyrüsefer hakkı ile 10 millik bir münhasır balıkçılık alanı kurulması öngörülmüştür. Ancak resmi sınır tayin edilmemiştir. Anlaşmaya dair nota teatisinde Hazar bir “Sovyet-İran Denizi” olarak zikredilmiştir.

25 Mart 1940 Tahran Antlaşması: Bu antlaşma büyük ölçüde 1935 Antlaşması’nın hükümlerini teyit etmektedir. 12. Maddenin 4. fıkrası ile 10 mile kadar olan sularda balıkçılık haklarının kıyı devletinin bayrağını taşıyan gemilere ait olduğu kaydedilmektedir.

Bu antlaşmaların hiçbirisi Hazar’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve İran arasındaki sınırı belirlemediği gibi, ortak kullanım konusunda da bir hüküm içermemekte, sadece seyrüsefer ve balıkçılıkla ilgili konuları düzenlemektedir. Mevcut antlaşmaların yetersizliğinden dolayı, antlaşmalar hukukuna göre Hazar’ın statüsünü çözmek mümkün değildir. Bu yüzden Hazar’a kıyıdaş devletlerin bugüne kadar ki uygulamaları büyük önem taşımaktadır. Bölgesel yapılageliş kurallarına Hazar’ın göl veya deniz olma tartışmalarında değinilecektir. Bundan önce kıyıdaş devletlerin iradelerini açık bir şekilde ortaya koyan hukuksal tezlerine değinmek gerekmektedir.[12]

Türkiye’nin Tutumu

Burada önemli olan Azeriler ile Türkmenlerin anlaşmaları. Aktif olması gereken Türk diplomasisine düşen de bu uzlaşmanın zeminini hazırlamaktır.
Türkiye’nin, Hazar Denizi’nin, statüsü konusundaki görüşlerini “Ege tezleri”ne göre değerlendirmeye aldığı öğrenildi. Hazar’ın statüsü için bugüne kadar net görüş bildirmeyen Ankara, Ege’de savunduğu tezler ile çelişki yaratacak bir adım atmak istemiyor.
İran’la Azerbaycan arasında Hazar’da yaşanan gerilim, Ankara’nın dikkatlerini yeniden bölgeye çevirdi. Diplomatik kaynaklar, Türkiye’nin her zaman Azerbaycan’ın yanında olduğunu, ancak komşusu İran’ı karşısına almak gibi bir düşüncesinin de olmadığını kaydettiler. Yetkililer, Ankara’nın, taraflar arasında diyalog yoluyla uzlaşmaya varılmasına verdiği önemi vurguladılar. (Cumhuriyet)
-Anlaşma ateşkese yetmedi. Ankara Makedonya’da varılan anlaşmadan memnun.
Türkiye, Makedonya’da 6 aydır süren çatışmaları sona erdirmek amacıyla Arnavut ve Makedon siyasi partilerin barış anlaşmasına varmasını, memnuniyetle karşıladı. Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Türkiye’nin duyduğu memnuniyet belirtilerek şöyle denildi: “Çerçeve Anlaşması’nın, Makedonya’daki bunalımın çözümü için temel teşkil etmesini ve ülkeyi kalıcı istikrara taşımasını dileyen Türkiye, Makedonya’da yaşanan, Türk azınlığı dahil, tüm toplulukların huzur ve güvenliğini tehdit eden ve can kayıplarına yol açan silahlı saldırıların artık geride bırakılacağını ümit etmektedir.”(Cumhuriyet)[13]

Hazar’ın Deniz Statüsünde Değerlendirilmesi:

Hazar’ın deniz veya göl olarak hukuksal statüsünün belirlenmesinde sırasıyla şu üç yola başvurulabilir. Bunlar; Hazar’a ilişkin bugüne kadar yapılan antlaşmalar, en gelişmiş deniz hukuku kurallarını ortaya koyan 1982 BMDHS ve Hazar’a ilişkin olarak oluşmuş yapılageliş kurallarının saptanması.

Bugüne kadar Hazar’la ilgili dört temel antlaşma yapılmıştır. Bu antlaşmaların birinde Çarlık Rusyası diğer üçünde Sovyetler Birliği tarafken, İran her dört antlaşmaya da taraftır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan dört yeni kıyıdaş devlet (Rusya, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan), Aralık 1991’de yayınladıkları Alma-Ata Bildirisi ile selef devlet Sovyetler Birliği’nin yaptığı tüm antlaşmalarla halef (ardıl) devlet olarak bağlı olduklarını bildirmişlerdir. Dolayısıyla tüm kıyıdaş devletler Hazar’la ilgili antlaşmalara bağlı durumdadır. Ancak en yenisi 1940’ta yapılmış olan bu antlaşmalar Hazar’ın statüsünü açıklığa kavuşturmaktan oldukça uzaktır. 1935 Antlaşmasıyla sadece 10 millik kıyı şeridi balıkçılık alanı olarak belirlenmiş ve 1940 Antlaşması da bunu teyit etmiştir. Bunun ötesinde deniz tabanı ve su kütlesiyle ilgili bir düzenleme yoktur. Zaten kıta sahanlığı kavramı 1945’ten sonra ortaya atılmış ve gelişmiştir. Dolayısıyla bu antlaşmaların fiilen bir işlerliği yoktur.

Deniz hukuku hakkında en son düzenlemeleri içeren 1982 BMDHS’ye müracaat etmek konu açısından yararlı olacaktır. 16 Kasım 1994’te yürürlüğe giren bu sözleşmeyi Hazar’a kıyıdaş hiç bir devlet onaylamamıştır. Bunlardan sadece İran ve Rusya Federasyonu sözleşmeyi imzalamış ama onaylamamıştır. Ancak bu devletler, sözleşmenin yapılageliş kuralı kaynaklı ve itiraz etmedikleri hükümleri ile bağlıdırlar.

1982 BMDHS’nin 122. maddesinde “kapalı ve yarı kapalı deniz, iki veya daha fazla devlet tarafından etrafı çevrilmiş ve başka bir denize veya okyanusa dar bir çıkışla bağlanan veya tamamen veya esas itibariyle iki veya daha fazla sayıdaki kıyı devletinin karasuları ve münhasır ekonomik bölgesinden oluşan bir körfez, havza veya deniz, manasına gelir” şeklinde tanımlanmıştır. 123. maddede, kapalı ve yarı kapalı denize kıyısı olan devletlerin sözleşmeden doğan haklarını kullanırken ve görevlerini yerine getirirken birbirleriyle işbirliği yapmaları öngörülmektedir.

Bu tanıma göre Hazar’ın kapalı veya yarı kapalı deniz statüsünde kabul edilmesi, Hazar’ı, Karadeniz ve Baltık Denizi’ne bağlayan yapay kanalların uluslararası su rejimine tabi olmaları sonucunu doğurucaktır. Ancak gerek Sovyetler Birliği döneminde ve gerekse bugünkü Rusya Federasyonu döneminde bu kanallar iç sular rejimine tabidir ve bulunduğu ülkenin bu kanallar üzerinde münhasır yetkileri var olagelmiştir. Zaten Rusya’nın Hazar’ın deniz olmasına sürekli olarak itirazı vardır. Eğer Rusya Hazar’ı deniz olarak kabul ederse Don-Volga ve Volga-Baltık kanallarında uluslararası suyolu rejimini uygulamak zorunda kalacaktır. Bu durumda Hazar’a kıyısı olan diğer devletler bu kanallardan transit geçiş yapma hakkına sahip olabileceklerdir.

Diğer yandan Sovyetler Birliği’nin halefi durumunda bulunan Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan’ın, kazanılmış haklar (acquired rights) ilkesi gereğince, bu kanallardan transit geçiş yapma hakkına sahip olmaları gerekmektedir. Bu uygulama Hazar deniz statüsünde olmasa bile halef devletler için geçerli olmak durumundadır. İran da daha önceki uygulamalar ölçüsünde kanallardan geçiş yapma hakkına sahip olabilecektir. Ayrıca 1982 BMDHS’nin 124. maddesine göre Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan coğrafi bakımdan elverişsiz ülke konumundadır ve bu açıdan kanallardan serbest geçiş yapma hakkına sahip olmaları gerekmektedir. Kıyıdaş devletler bu sözleşmeyi onayladıkları zaman, ilgili madde Hazar için uygulanabilecektir.

Kazakistan, Hazar’ın deniz olduğunu ve bundan dolayı 1982 BMDHS’nin uygulanması gerektiğini söylüyor. Ancak Kazakistan’ın Şubat 1998’de Rusya ile vardığı anlaşma, Hazar’ı göl gibi değerlendirdiği izlenimi uyandırmaktadır (Aksay, 1998a:8). Hazar’ın deniz olduğunu savunan ikinci bir devlet de Azerbaycan’dır. Ancak Azerbaycan öncelikle Hazar’ın bir “sınır gölü” olduğunu iddia etmekte ve ikinci bir seçenek olarak Hazar’ın deniz olduğunu kabul edebileceğini söylemektedir (Gökay, 1998: 57). Zaten Azerbaycan için önemli olan Hazar’ın göl veya deniz statüsünde olması değil kendi egemenlik alanının tanınmasıdır.

Diğer kıyıdaş devletlerden Rusya, İran ve Türkmenistan Hazar’ı ortak kullanım ilkesinin geçerli olduğu bir göl gibi değerlendiriyorlar. Ayrıca 1935 Antlaşması her ne kadar Hazar için “Sovyet- İran Denizi” nitelemesi yapmışsa da 1991’e kadar kıyıdaş olan iki devletin Hazar’a sınır gölü muamelesi yaptıkları görülmektedir. Dolayısıyla kıyıdaş devletler Hazar’ın göl olduğu konusunda rahatlıkla mutabık kalabileceklerdir. Ancak esas tartışma da Hazar’ın sınır gölü mü yoksa ortak mülkiyetin olduğu bir göl mü olacağı konusunda yoğunlaşmaktadır.

Hazar’ın Göl Statüsünde Değerlendirilmesi:

Uluslararası göllerin kullanımına ve paylaşımına ilişkin geniş geçerliliği olan uluslararası hukuk kurallarının varlığından sözetme olanağı yoktur. Bu yüzden kıyıdaş devletlerin uzlaşması önem taşımaktadır. Bugüne kadar Hazar’ın kullanımı ve paylaşımı için iki önemli öneri vardır. Bunlardan biri “condominium” (ortak mülkiyet) olarak da belirtilen ortak egemenlik görüşü, diğeri ise sektörel paylaşım görüşüdür. Tarafların tezlerinin doğruluğunun gözden geçirilmesi açısından tarihi uygulamalara (historical practice) bakmak gerekmektedir. Böylece, bölgesel nitelikli yapılageliş (teamül) kurallarına ulaşmak mümkün olabilecektir.[14]

Fikret ERTAN: Hazar’ın Durumu

Hazar’ın hukuki statüsü, Sovyetler’in dağılmasından bu yana bir türlü çözüme kavuşturulamamış çok zor bir konu. Hazar’a kıyıdar 5 ülke yaklaşık 10 yıldır yaptıkları çeşitli temaslara ve ziyaretlere rağmen bu konuda bir türlü anlaşamıyorlar.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 9-10 Ocak’ta Azerbaycan’a yaptığı önemli ziyaret Hazar’ın statüsünün devlet başkanları seviyesinde konuşulduğu en son fırsattı bu bapta. Putin ve Aliyev, ziyaretin son günü ‘Hazar Denizi’nde İşbirliğinin İlkeleri’ başlıklı ortak bildiriye imza atarak Hazar’ın statüsü konusunda yakınlaştıkları intibaını vermişlerdi dünyaya. Bu ortak bildiri, Hazar’ın ‘bir barış ve dostluk denizi olması’, denizin yeni hukuki statüsünün kıyıdar ülkelerce tespit edilmesi ve bu tespitin bütün kıyıdar ülkelerce kabul edilmesi halinde geçerli olması gerektiğine işaret ediyordu. Bildiride ayrıca ‘her iki tarafın Hazar Denizi’nin deniz yatağının ortalama hat boyunca beş kıyıdar ülke arasında bölünmesi hususunda mutabık oldukları’ belirtilirken ‘Taraflar deniz sularının ortak kullanımda kalmasını desteklerler.’ şeklinde çok önemli bir tespite de yer veriliyor ve her kıyıdar ülkenin kendi bölgesindeki maden kaynakları üzerinde münhasıran hak sahibi olduklarına da vurgu yapılıyordu.
Bu son vurgu, Rusya’nın geçen sene savunduğu bir tezden sanki vazgeçtiğine işaret etmişti. Rusya geçen yaz yaptığı bir teklifte, hidrokarbon kaynaklarının mülkiyeti konusunda iki kıyıdar ülkenin herhangi bir sebeple ihtilafa düşmeleri halinde bu ülkelerin ihtilaflı kaynakları ortak kullanmalarını teklif etmişti. Türkmenistan ile ihtilaflı bulunan Azerbaycan, Rusya’nın bu teklifini daha önceleri reddetmişti. Ortak bildirideki ‘Her kıyıdar ülke kendi bölgesindeki maden kaynakları üzerinde münhasıran hak sahibidir’ cümlesi Rusya’nın eski teklifinin artık söz konusu olmaktan çıktığını göstermişti bize o zaman.
Özetle anlattığım Bakü Zirvesi’nden Hazar’la ilgili bu sonuçlar çıkarken zirveyi uzaktan kaygıyla izleyen Türkmenistan Devlet Başkanı Türkmenbaşı, zirvenin son günü bir çağrı yaparak Aşkabat’ta mart ya da nisanda bir Hazar Zirvesi yapılmasını teklif etti. Bu teklif ilgili ülkelerce önce kabul edildi; ama martta İran zirvenin bir ay ertelenmesini talep etti; zirve nisana ertelendi; ama bu defa Türkmenbaşı ile Putin’in 7 Nisan’da yaptıkları telefon görüşmesi sonucu ikinci defa ertelendi. Şimdi kimse bu zirvenin ne zaman yapılacağını bilmiyor; en olumlu tahminlere göre eylülde yapılması ihtimal dahilinde.
Zirveyi ilk ertelettiren İran, Hazar’ın hukuki statüsü konusunda 5 kıyıdar ülkenin mutlaka ortak bir mutabakata varmalarını savunuyor ve kaynakların eşit şekilde paylaşımını istiyor. Nitekim, defalarca dile getirdiği bu tezlerini 12 Kasım’da bir kere daha açıklamıştı.
Kazakistan’a gelince; bu ülke Rus tezine yakın durumda bana göre. 1998 yılında Yeltsin ve Nazarbayev Moskova’da Rusya ve Kazakistan’ın Hazar’da kendilerine düşen deniz yatağı bölgelerini eşit olarak paylaşmayı, deniz yüzeyini ise ortak kullanmayı öngören bir mutabakata varmışlardı. Sanırım bu mutabakat bugün hâlâ geçerli. Burada kısaca hatırlatmak gerekirse Rusya, Hazar’ın deniz yatağının her kıyıdar ülkenin sahil şeridi uzunluğu esas alınmak kaydıyla milli sektörler halinde paylaşılmasını, denizin üstünün, yani deniz sularının ise denize kıyıdar 5 ülke tarafından ortak kullanılmasını istiyor. İran ise Rus görüşüne karşı çıkıyor, hem deniz yatağının ve hem de deniz üstünün 5 kıyıdar ülke arasında eşit şekilde paylaştırılmasını savunuyor.
Bu durumda, Rusya, Kazakistan ve Azerbaycan Hazar’ın hukuki statüsü konusunda hemen hemen aynı safta yer alıyorlar. Türkmenistan’ın durumu ise tam belli değil. İran ise tabiatıyla karşı safta bulunuyor.
Bu saflaşmanın da ötesinde bugün Azerbaycan ile Türkmenistan birisinin Kayapaz, diğerinin Serdar dediği, Hazar’ın kendi kıyılarına yakın orta kısmında bulunan önemli bir petrol sahasının paylaşılması dolayısıyla derin ve ciddi bir ihtilaf içindeler. Haberlere göre, Azerbaycan konuyu BM’ye, Türkmenistan ise milletlerarası mahkemelere götürmeyi düşünüyor. Diğer yandan, İran’ın dini lideri Hamaney geçen gün yaptığı bir konuşmada Hazar’da ikili anlaşmalara karşı olduklarını söyleyerek diğer Hazar ülkelerinin kendi aralarında anlaşmalarını asla kabul etmeyeceklerini vurgulamış oldu.
Bizde Mavi Akım dolayısıyla gündeme gelen Hazar’da son durum anlattığım gibi çok karışık ve ihtilaflı. Gerek karışıklığın, gerekse de ihtilafların ne zaman, nasıl sona erecekleri meçhul. Bu durumda acaba Hazar’ın altından petrol ya da doğalgaz boru hattı geçer mi, geçebilir mi? Bilen varsa söylesin… [15]

SONUÇ

Hazar, büyüklüğünden ve suyunun tuzlu olmasından dolayı tarih boyunca sürekli deniz sıfatıyla anılmıştır. 1935’te Sovyetler Birliği ve İran arasında yapılan antlaşmayla Hazar bir “Sovyet-İran Denizi” olarak tanımlanmıştır. Ancak Hazar’ın doğal kanallar veya boğazlarla açık denizlere çıkışının olmayışı onun göl olarak değerlendirilmesine de yol açmıştır. 1991’e kadar olan uygulamalar Sovyetler Birliği ve İran’ın Hazar’ı fiilen bir göl gibi değerlendirdiklerini göstermiştir. Ancak Hazar üzerindeki tartışmalar, onun göl veya deniz olmasında değil, ne şekilde paylaşılıp kullanılacağı üzerinde yoğunlaşmıştır. Özellikle 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılıp ortaya yeni kıyıdaş devletlerin çıkması ve bu yeni devletlerin Hazar’daki petrol ve doğalgaz yataklarını işletmeye açmaları beraberinde büyük tartışmalar getirmiştir. Günümüze kadar Hazar’ın paylaşımına ilişkin kesin düzenlemelerin olmaması, bu tartışmaları daha da körüklemiştir.

Bugüne kadarki tarihi uygulamalara bakıldığında, Hazar’ın bir sınır gölü olduğu ve burada sektörel paylaşımın esas olduğu konusunda bir yapılageliş kuralının olduğu izlenimi doğmaktadır. Ayrıca Hazar’ın kendine özgü (sui generis) özelliğe sahip bir göl olduğu ortaya çıkmaktadır. Ancak bu Hazar’ın ulusal sektörlere bölünmesine engel değildir. Kıyıdaş devletler Hazar’ın sui generis özelliğinden dolayı özellikle çevre sorunlarının çözümü konusunda sıkı bir işbirliği yapmak zorundadırlar. Ayrıca su seviyesinin sürekli yükselmesi çevre sorunları çıkarmasının yanısıra, ulusal sınırların saptanmasını güçleştirmektedir. Bu nedenle kıyıdaş devletler kesin sınırların belirlenmesi için adil ve hakkaniyete uygun çözümler üretmeleri gerekmektedir.

Sonuç olarak, Hazar’daki mevcut hukuksal sorunlar nasıl çözülürse çözülsün, deniz hukukunun dolayısıyla uluslararası hukukun gelişimine büyük katkı sağlayacaklardır.

KAYNAKLAR

– Dergi Makalesi: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt:53, Ocak-Aralık 1998, No:1-4. http://scolakoglu.homestead.com/files/hazarm.htm
http://www.diplomatikgozlem.com/turkish/turk_dunyasi/20020419_01.html
http://scolakoglu.homestead.com/files/hazarm.htm
http://www.angelfire.com/ms/siyaset/ortaasya.html
– http:/www.mfa.gov.tr/turkce/grupc/cb/2001/08/15082001.htm
– http:/212.154.21.40/2001/05/12/yazarlar/Fikret ERTAN.htm

[1] Dergi Makalesi: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt:53, Ocak-Aralık 1998, No:1-4. http://scolakoglu.homestead.com/files/hazarm.htm

[2] http://www.diplomatikgozlem.com/turkish/turk_dunyasi/20020419_01.html
[3] http://www.diplomatikgozlem.com/turkish/turk_dunyasi/20020419_01.html
[4] http://www.diplomatikgozlem.com/turkish/turk_dunyasi/20020419_01.html
[5] http://scolakoglu.homestead.com/files/hazarm.htm
[6] http://www.diplomatikgozlem.com/turkish/turk_dunyasi/20020419_01.html
[7] http://www.diplomatikgozlem.com/turkish/turk_dunyasi/20020419_01.html
[8] http://scolakoglu.homestead.com/files/hazarm.htm
[9] http://scolakoglu.homestead.com/files/hazarm.htm
[10] http://www.diplomatikgozlem.com/turkish/turk_dunyasi/20020419_01.html

[11] http://www.angelfire.com/ms/siyaset/ortaasya.html
[12] http://scolakoglu.homestead.com/files/hazarm.htm
[13] http:/www.mfa.gov.tr/turkce/grupc/cb/2001/08/15082001.htm

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın