KUNDUZLAR

Mart 24, 2008 at 10:09 am (BİYOLOJİ)

BARAJ MÜHENDİSİ KUNDUZLAR
Kunduzlar, gerçek bir mühendis gibi hesaplar yapar ve tıpkı usta bir inşaat işçisi gibi çalışarak, olağanüstü bir tasarıma sahip yuvalar inşa ederler. Ayrıca, aynı akıl almaz ustalıkla, yuvalarını inşa edecekleri akarsuyun hızını kesecek barajlar kurarlar. Bunun için ise oldukça yorucu ve birkaç aşamalı işler yaparlar. Öncelikle, hem beslenebilmek hem de barajın ve yuvanın inşasında kullanabilmek için bol miktarda ağaç kütüğü ve dal elde etmeleri gerekir. Bunun için ağaçları dişleri ile kemirerek yere devirirler. Ancak bu kesme işlemi sırasında önemli bir hesaplama yaptıkları gözlemlenmiştir: Kunduzlar genellikle rüzgarın su kenarına doğru estiği yerlerde çalışmayı tercih ederler. Böylece kunduzların kemirdikleri ağaçlar suyun bulunduğu yöne devrilirler ve bu, kunduzların kütükleri taşımalarında büyük kolaylık sağlar.
Kunduz yuvaları oldukça detaylı bir tasarıma sahiptir. Her kunduz yuvasının iki sualtı girişi, su düzeyinin hemen üstünde bir beslenme odası, daha yukarı bir düzeyde kuru bir uyuma odası ve bir havalandırma kanalı bulunur.
Kunduzlar, topladıkları malzemeleri üst üste yığarak yuvalarının dış cephesini oluştururlar. Ancak, bu malzeme yığınında hiçbir delik veya yarık kalmamasına büyük özen gösterir, dallarla veya çamurla bunları kapatırlar.
Bu yuvayı oluşturan malzeme, yuvayı erozyondan korur ve soğuğu dışarıda tutar. Kış iyi bir kar örtüsü sağladığından, dışarıdaki sıcaklık –35°C’ye bile düşse yuvanın içindeki sıcaklık donma noktasının üstünde kalır. Kunduzlar ayrıca kışın besinsiz kalmamak için yuvalarının yanında gizli bir sualtı yiyecek deposu bulundururlar.
Bu arada kunduzlar, birbirlerine ağlarla bağlanmış, genişliği 1 metre kadar olan kanallar açar ve bu kanallar aracılığı ile yüzlerce metre ilerideki kuru ve daha yüksek alanlara çıkabilirler. Bu su kanallarının asıl amacı kunduzların besinlerini sağladıkları ağaçlara ulaşabilmeleridir.
Kunduzların inşa ettikleri barajlar da, bitkiler ve taşların yığılmasıyla yuvanın yapılışına benzer bir yöntemle yapılır. Kunduzlar iki kıyı arasında uzun üçgen bir dal yığınıoluşturanakadar dalları birbirine bağlarlar. Malzeme yığmak ve yarıkları doldurmak içinkümeyi tırmanıp aşarak, akıntıya karşı yönde çalışırlar. Suyun barajı aştığı ya da aralarda boşaldığı yerlere çamur veya dal eklerler. Böylelikle baraj, sığ bir akarsuyu derin bir havuza dönüştürür. Bu da kunduzlara kış için yiyeceklerini depolayabilecekleri bir yer sağlar, yüzebilecekleri suyun alanını genişletip, yiyecek ve inşaat malzemesi taşımayı kolaylaştırır. Ayrıca yuvalarının da güvenli birer sığınak olmasını sağlar. Aynı, hendekle çevrili kaleler gibi kunduzların evlerinin de saldırıya uğraması neredeyse imkansızdır

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

PENGUEN

Mart 24, 2008 at 10:06 am (BİYOLOJİ)

Antartika ‘da uzun kutup gecesi, gunesin ufuktan yukselmesiyle biter ve alti ay surecek gunduz baslar.
* Cok gecmeden smokinlerini giymis penguen suruleri, kisa bacaklari uzerinde hoplayarak ilerlemeye baslar. Onlerinde yurumeleri gereken yuzlerce kilometre buzlu yol vardir.
* Ve onlar 1 adimda yalnizca 10 cm ilerleyebilir.
* Ama dakikada 120 adim atarlar.

PENGUEN ve POTANSİYEL ENERJİ – KİNETİK ENERJİ DÖNÜŞÜMÜ
İmparator penguenlerinin kuluçkaya yattıkları dönem kutup kışına denk gelir. Erkek penguen yumurta üzerinde kuluçkadayken, dişisi doğacak olan yavrusu için besin bulmaya gider. Kuluçka yeri ile en yakın besin kaynağının arasındaki mesafe bazen 100 kilometreyi geçer. Anne penguen yavru yumurtadan çıkana kadar geçen 4 aylık süre içinde sürekli dolaşarak yavrusu için kursağında besin biriktirir. Anne yumurtadan çıkan yavruyu devraldığında, baba penguen uzun sürecek olan yürüyüşe çıkar.

Penguenler büyük gövdeli olmalarına karşın, yürüyüşlerini zorlaştıracak kadar küçük bacaklara sahiptir. Peki nasıl oluyorda buna rağmen kilometrelerce yürüyebilmektedirler? Penguenler tıpkı bir hacıyayatmaz gibi sağa sola sallanarak yürürler. Aslında penguenler enerji tasarrufu yapabilmek için sarkaç benzeri bir yürüyüş yapmaktadırlar. Aşırı kısa bacaklı olan penguenler, yana doğru adımlar atarak kaslarının daha az yorulmasını sağlar. Böylece her adımın sonunda bir sonraki adım için enerji depolarlar. Normal yürümüş olsalar kendi heybetlerindeki bir hayvandan iki kat daha fazala enerji harcamaları gerekirdi. Hayvan sadece yürümeye başlarken enerji harcar, bir de duruken. Penguenlerin bu özellikleri Allah’ın canlılar üzerindeki şefkat ve merhametinin en büyük delillerinden biridir. Kinetik ve potansiyel enerjinin birbirine dönüşümünü kullanarak enerji tasarrrufu sağlayacak bir yürüyüş yapmak hiç bir pengunenin kendi başına yapabileceği bir şey değildir. Allah ilham etmedikçe, hiç bir penguen potansiyel-kinetik enerji dönüşümünü bilemez ve bunu sağlayabileceği bir yürüyüş tasarlayamaz.
İMPARATOR PENGUENLERİNİN BENZERSİZ SABRI
Yumurtalarını koruma konusunda büyük bir azim, görülmemiş bir sabır ve şaşırtacak derecede dayanıklılık gösteren diğer canlı türü ise imparator penguenleridir. Antarktika’nın zorlu koşullarında yaşayan İmparator penguenleri, Mart ve Nisan aylarında (bu Antarktika’da kışın başlangıcı demektir) üremek ve yavrularını yetiştirebilmek için uygun olan bölgelere birkaç kilometrelik bir yolculuk yaparlar. 25.000 kadar penguen burada biraraya gelir ve çiftleşirler. Mayıs veya Haziran ayında dişi penguenbir yumurta yumurtlar. Çift yumurtaları için yuva yapamaz, çünkü çevrelerinde kardan ve buzdan başka hiçbir şey bulunmamaktadır. Ancak yumurtalarını buzun üzerine de bırakamazlar, çünkü yumurta soğuğa dayanamayarak hemen donar. Bu nedenle imparator penguenleri yumurtalarını ayaklarının üzerinde taşırlar.Yumurtladıktan sonraki birkaç saat içinde, erkek dişinin yanına gelir ve her ikisi göğüs göğüse gelecek şekilde dururlar. Böylece erkek dişiden yumurtayı devralır. Her ikisi de yumurtayı buzun üzerinde tutmamaya özen gösterirler. Erkek önce ayak parmaklarını yumurtanın altına sokar ve sonra parmaklarını kaldırarak yumurtayı ayağının üzerine yuvarlar. Yumurtasını kırmamak için de bu işlemleri son derece dikkatli ve özenli yapmak zorundadır. Bu zorlu işlemin ardından, yumuşak tüyleri ile yumurtanın üzerini örter.
Yumurta üretmek dişi penguenin vücudundaki besin deposunun tamamına yakınını tüketmiştir. Bu kaybını telafi etmek için hemen yiyecek bulmaya denize geri dönmelidir. Bu yüzden kuluçkaya erkek penguen yatar.
Ancak bu, diğer kuşlarınkinden çok daha zorlu ve sabır gerektiren bir kuluçka dönemidir. Penguenler yumurtalarını bir an bile ayaklarının üzerinden indiremezler. Bu nedenle hareket kabiliyetleri yok gibidir. Sadece ayaklarını sürükleyerek birkaç metre ilerleyebilirler. Küçük kuyruklarını üçüncü ayak gibi kullanır ve topuklarının üzerinde durarak dinlenirler, bu esnada ayak parmaklarını yukarı doğru dikerler ki değerli yumurtaları buza değip donmasın. Penguenin tüyleriyle örttüğü ayakları dışarıdan 80 derece daha sıcaktır ve bu sayede yumurtası dondurucusoğuğu kesinlikle hissetmez.

Penguenler, son derece soğuk olan kutup ikliminin etkisinden korunmak için biraraya toplanırlar. Böylece bu topluluğun üyesi olan yavrular soğuk rüzgarların da etkisinden korunarak toplanma imkanı bulabilirler.
Kış ilerledikçe çok şiddetli tipiler başlar, rüzgar saatte 120- 160 km hızla eser. Bu öldürücü kış şartlarında erkek penguenler aylarca hiçbir şey yemeden ve neredeyse hiç kıpırdamadan yavruları için benzersiz bir fedakarlıkta bulunurlar. Bu zor koşullarda donmaktan kurtulmak için önemli bir dayanışma örneği göstererek birbirlerine daha da yaklaşırlar. Aralarına soğuk girmesini engellemek için gagalarını göğüslerine yapıştırırlar, böylece enseleri dümdüz olur ve birbirine yapışan penguenler arada hiç boşluk kalmayacak şekilde tüyden bir tavan oluştururlar. Çemberin dışında kalanlar kuzey kutbunun bütün sertliğini göğüslemek zorundadırlar. Ancak bu çok uzun sürmez, çünkü sürekli olarak yer değiştirirler ve dönüşümlü olarak çemberin dışına geçerler. Böylece birbirlerini de kollamış olurlar. Hiçbiri çemberin dış kısmına geçme konusunda çekimser davranmaz. Binlerce penguenin aralarında hiçbir çatışma çıkmadan, aylarca, olabilecek en zor koşullarda bile birlikte yaşamaları ve dayanışma içinde olmaları son derece ilginçtir. Bilinç ve akıl sahibi insanların bile menfaatleriyle çatışabilecek böyle bir ortamda penguenlerin bu kadar uyumlu, ince düşünceli ve fedakar tavırlar göstermeleri çok ender karşılaşılabilecek bir durumdur. Tüm bu güç koşullara rağmen, penguenlerin hayatları pahasına yumurtalarını bırakmamaları ise evrim teorisinin, “zayıfların ezilerek yok olduğu”nu iddia ettiği doğa anlayışını tamamen yıkmaktadır. Çünkü doğa, zayıfların ezilerek yok oldukları bir savaş meydanından çok, zayıfların güçlüler tarafından her türlü zorluğa rağmen korunarak bakıldıkları bir yerdir.
Gerçekten de doğa Darwin’in dediği gibi olsaydı, yani her bireyyalnız kendi yaşamını düşünseydi, hiçbir canlı yavrularını büyütmek, beslemekve korumak pahasına bu kadar enerji, zaman ve yiyecek kaybına katlanmazdı.
Son derece çetin geçen bu 60 günün sonunda yumurtalar çatlar. 60 gündür, tek bir şey yemeden soğuğa karşı direnen erkek penguenler, yumurtalar çatladıktan sonra bile kendilerini değil yavrularını düşünürler. Yeni doğan yavrunun besine ihtiyacı vardır. Erkek penguen yutağından az da olsa süt salgılar ve bunu yavrusuna içirir. İşte tam bu kritik günlerde dişiler görünür. Dişiler döndüklerinde seslenmeye başlarlar ve erkekler de onlara karşılık verir.Eşler birbirlerini çiftleşme sırasında öğrendikleri seslerinden tanırlar. 3 ay boyunca ayrı kalmalarına rağmen bu sesi hemen tanıyabilmeleri de Allah’ın onlara verdiği özel bir yetenektir.
Dişinin kursağı tamamen avladığı yiyeceklerle doludur. Bu depoladığı yiyecekleri yavrusunun önüne boşaltır ve yavru ilk gerçek yemeğini yer. Dişinin geri dönmesiyle erkeğin bir an önce yavruyu terk ederek kendi işine döneceği düşünülebilir. Ancak böyle olmaz, erkek 10 gün kadar daha yavruya bakar. Onu ayağının üzerinde korumaya devam eder. Sonrasında ise, yaklaşık 4 aylık açlık döneminden sonraki ilk yemeğini yemek üzere denize döner.
Erkek penguen denizde avlandıktan 3-4 hafta sonra geri döner ve yavruya bakma görevini dişiden devralır. Bu kez dişi tekrar avlanmak için denize geri döner.
Yavru penguenler ilk dönemlerinde vücut ısılarını kendileri oluşturamazlar ve yalnız bırakıldıklarında birkaç dakika içinde donarak ölürler. Bu nedenle erkek ve dişi penguen yavruya yiyecek bulma ve onu soğuktan koruma görevlerini gerçek bir işbölümü yaparak dönüşümlü olarak üstlenirler. 62 Ve görüldüğü gibi bu konuda o kadar hassastırlar ki kendi yaşamlarını bile bu uğurda tehlikeye atmaktan çekinmezler. Dişi ve erkek penguenlerin büyük bir dayanışma ve işbölümü içinde yumurtalarını ve yavrularını, ölümü ve en zor koşulları göze alarak korumaları, her ne pahasına olursa olsun yavrularını bir an bile yalnız bırakmamaları onlara Allah tarafından ilham edilmektedir. Bilinci ve aklı olmayan bir canlıdan beklenen, bu şartlara dayanamayarak yumurtayı birkaç saat içinde terk etmesi ve kendi başının çaresine bakmasıdır. Ancak penguenler Allah’ın onlara ilham ettiği koruma duygusu sayesinde, saatlerce veya günlerce değil, aylarca yumurtalarını korurlar.
AİLE BİREYLERİNİN BİRBİRLERİNİ TANIMALARI
Toplu olarak yaşayabilmeleri için her şeyden önce, bir aileye mensup canlıların birbirlerini tanıyabilmeleri gereklidir. Nitekim oldukça geniş alanlarda, çok kalabalık koloniler halinde yaşayan canlılar dahi kendi yavrularını, eşlerini, anne-babalarını veya kardeşlerini tanıyabilirler.
Bu konuda en başarılı canlılardan biri penguenlerdir. Birbirlerinin aynısı olan bu canlıların arasında, dikkatli bir gözle bakıldığında dahi, ayırım yapabilmek neredeyse imkansızdır. Bu yüzden penguen ailesinin üyelerinin birbirlerini hiç güçlük çekmeden tanıyabilmeleri oldukça şaşırtıcıdır. Özellikle de dişi penguenin 2-3 ay boyunca eşi ve yavrusu için yiyecek aramaya gidip, dönüşte her ikisini de tanıyabildiği düşünülürse.
Anne penguen 2 veya 3 ay sonra geri döndüğünde, yüzlerce penguen arasından yavrusunu ve eşini kolaylıkla bulur. Daha da ilginç olanı, yetişkin penguenler denize avlanmaya gitmeden önce kolonideki tüm yavruları toplarlar ve onları sanki bir çocuk yuvasındaymış gibi birarada bırakırlar. Bu davranışları dondurucu soğuğa karşı bir önlemdir. Birarada duran yavrular sıkıca birbirlerine yaklaşırlar ve böylece ısınırlar. Ancak bir sorun vardır? Yetişkin penguenler avlanmadan döndüklerinde yüzlerce yavru arasından kendi yavrularını nasıl bulacaklardır? Bu, penguenler için bir sorun değildir. Her penguen döndüğünde sesinin en yüksek tonuyla bağırmaya başlar ve her yavru annesini veya babasını sesinden tanıyarak onların yanına gider.
Kuşkusuz binlerce penguen arasında birbirlerini ayırt etmelerini sağlayacak en uygun yöntem seslerinden tanımalarıdır. Peki nasıl olmuş da görünümleri tıpatıp aynı olduğu halde birbirlerini ayırt edebilmek için penguenlerin her biri farklı farklı seslere sahip olmuşlardır? Dahası penguenler birbirlerinin seslerini ayırt etme yeteneğini nereden kazanmışlardır? Hiçbir penguen bu özellikleri ve yetenekleri kendi iradesiyle akletmiş ve kazanmış olamaz. Bunların, penguenlere “verilmiş” olması gereklidir. Peki bu özellik ve yetenekleri onlara veren kimdir? Evrimcilere göre “doğa” vermiştir. Acaba doğanın hangi öğesi hayvanlara böyle bir bilinci kazandırabilir? Kutup bölgesindeki buzlar mı? Kayalıklar mı? Elbette cevap bunların hiçbiri olamaz çünkü evrimcilerin birçok güç ve yetenek atfettikleri doğa taştan, kayalardan, ağaçlardan, buzlardan oluşan, ve kendisi de yaratılmış olan bir varlıklar bütünüdür. O halde yukarıdaki sorunun cevabı açıktır: Penguenlerin her birini farklı bir ses ve diğerlerinin sesini tanıma yeteneği ile yaratan ve böylece yaşantılarını kolaylaştıran, her şeyi “kusursuzca var eden” Allah’tır.

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

DENİZ KIRLANGICI

Mart 24, 2008 at 10:03 am (BİYOLOJİ)

DENİZ KIRLANGICI
Bir tür deniz kırlangıcının dişisi yuva yapmaz. Bunun yerine krem rengi, kahverengi benekli, hafif küre şeklindeki yumurtasını, parmak kalınlığından biraz daha kalın ve eğimli bir dal üzerine uygun bir şekilde yerleştirir. Dişi kuluçkadan büyük bir dikkatle kalkar ve yerine gelen erkek kuş yine büyük bir özen göstererek kuluçkaya yatar. Dalın üstünde duran yuva, yumurtadan çıkan yavru kuş için de çok risklidir. Fakat yavru kuş, tehlikeye karşı hazırlıklı olarak dünyaya gelir. Büyük, uzun parmaklı ayakları sayesinde doğduğu dala tutunarak kendini düşmekten koruyabilir. Kavrayışı o kadar güçlüdür ki, ani bir rüzgar yavruyu sendeletse bile dalda düşmeden aşağıya doğru asılı kalabilir ve kanatlarını hızlı hızlı çırparak kendini doğrultur.

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

ATEŞ BÖCEĞİ

Mart 24, 2008 at 9:57 am (BİYOLOJİ)

Ateş böceği mucizesi
Gazü Üniversitesi Öğretim üyesi Doç.Dr. Zeynalov yaptığı açıklamada ateş böceklerinin yaydığı ışıktaki sistemin aydınlatma teknolojisinin ulaşmaya çalıştığı hedef olduğunu söyledi.
Ateş böceklerinin yaydıkları ışığın en önemli özelliğinin, ateşle ve sıcaklıkla ilgisinin bulunmaması olduğu bildirildi. Gaziantep Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yusuf Zeynalov doğanın mucizelerle dolu olduğunu, ancak bu mucizelerin bir çoğunun bilinmediğini söyledi.
Ateş böceğinin ışığının, karnının altından yayıldığını belirten Doç. Dr. Zeynalov, parlak ateşböceklerinin, genellikle tropik bölgelerde, Hindistan, Burma, Tayland ve Malaya’da bulunduğunu bildirdi. Bu böceğin en iyi gece göründüğünü, akşam saatlerinde yeşilimsi, sarımsı, bazen de kırmızı ışık yaydığını ifade eden Doç. Dr. Zeynalov, ”Bu ışık, cinslere bağlı olarak değişik aralıklarla yanıp söner. Işık, cinslerin birbirini tanıması için karakteristik bir özelliktir. Dişilerin çoğu uçamaz, yapraklara konup, erkekleri çekmek için belirli aralıklarla ışık çıkarır. Işıkla işaretleşmedeki temel neden, dişi ve erkeğin bir araya gelmesidir” dedi.
Ateşböceklerinin yaydıkları ışığın en önemli özelliğinin, ateşle ve sıcaklıkla ilgisinin bulunmaması olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Yusuf Zeynalov, şöyle konuştu: ”Buna (soğuk ışık) denir. Günümüzde aydınlatma teknolojisinin ulaşmaya çalıştığı bir hedef, ateşböceğindeki bu sistemdir. Normal bir ampul, elektrik enerjisinin ancak yüzde 3-4’nü ışığa dönüştürüp, kalan kısmını ısıya dönüştürür. Ateş böcekleri ise yüzde 100 verimle ışık üretir. Ateş böceğinin ışığı, hemen hiç ısı çıkmadan oluşur. Sıradan bir ampulde etkinlik derecesi ancak yüzde 3’dür ve yüzde 97’si kaybolur. Bu derece, ateş böceğinde yüzde 90’dır.” BAZI YERLERDE IŞIK KAYNAĞI OLARAK KULLANILIYOR”Bu böceklerin insanlar tarafından parlak bulunmasının nedeninin, ışığı, insan gözünün çok duyarlı olduğu bir dalga boyunda yaymaları olduğunu belirten Doç. Dr. Zeynalov, bu nedenle bazı türlerin, bir insanın kitap okumasına yetecek kadar ışık yayabildiğini bildirdi. Dünyanın bazı yerlerinde ateş böceklerinin ucuz bir ışık kaynağı olarak kullanıldığına dikkati çeken Doç. Dr. Zeynalov, eskiden Çin ve Japonya’da yoksul öğrencilerin, geceleri kitap okumak için bu canlıdan faydalandıklarını, Brezilya’da da bu böceklerin sırt kısmından delik açılarak, kabak fenerlerinin içine yerleştirilip, kulübelerin aydınlatılmasında kullanıldığını kaydetti. Doç. Dr. Zeynalov, Brezilya yerlilerinin de gece yolculuğuna çıkacakları zaman bu böcekleri ayak bileklerine veya saçlarına taktıklarını belirtti.

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

ARI BALI NASIL YAPAR?

Mart 22, 2008 at 1:03 pm (BİYOLOJİ)

Arının bal yapmasındaki sebep,ondan besin maddesi olarak yararlanmaktır. Yani bal yapma işlemi,arı kolonisi (topluluğu) için besin maddesi depolamak sayılabilir. Bir çiçeğe konan arı, onun özünü alır. Çiçekten aldığı özü, kovana götürmek için bal torbasında taşıyacaktır. Bal torbacığı, arının karın kısmının ön tarafında bulunur.Sindirim sisteminin genişlemesinden oluşmuş bir torba görünüşündedir. Bu kesimi mideden ayıran bir kapak vardır. Balın yapılmasında ilk adım, çiçek özü arının bal torbacığındayken olur. Çiçek özündeki şeker kimyasal bir değişim geçirir. İkinci adım,çiçek özünde bulunan büyük miktardaki suyun alınmasıdır. Bu iş buharlaşma yoluyla yapılır.Havalandırma ve kovandaki ısı,gereken buharlaşmayı sağlar. Arılar tarafından petekte depolanan bal olgunlaşmağa bırakılır. Bunun depolanmasındaki amaç,daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi gelecek için besin sağlamaktır. Sırası gelmişken bir noktayı daha belirtelim.Arı çiçek özü sağlamanın yolunu bulamazsa,çeşitli böceklerin salgıladığı tatlı sıvılardan veya başka bitkilerin özlerinden yararlanacaktır. Kovandaki bal değişik yöntemlerle oradan alınır. Peteğe basınç uygulanıp sızdırılabilir. Ya da kovandan alınmış petekler halinde satılır. Petekten süzme bal alınmasında, “balalıcı/bal sızdırıcı” diye tanımlanan bir makine kullanılmakta dır. Bu makine, santrifüj kuvvet uygulayarak balı petekten ayrıştırır. Bal, hangi çiçeğin özünün alındığına göre,kovanın bulunduğu ortam ve şartlarla ilgili olarak çok çeşit ildir.Bal da insanı şaşırtacak kadar besleyici unsur bulunmakta olup, temel unsurlar “levüloz” ve “dekstroz” diye bilinen organik iki şeker türüdür. Ayrıca az miktarda sükroz (şekerkamışı şekeri),maltoz,dekstrin,çeşitli madenler,enzimler,az az miktarlarda değişik vitaminler,gene belirli miktarda protein ve asitler vardır. Balın tadı ve rengi farklı olabilir. Bu da özün alındığı kaynağa bağlı bir durumdur.

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

İNSANLARDA SOLUNUM SİSTEMİ

Mart 22, 2008 at 12:59 pm (BİYOLOJİ)

SOLUNUM SISTEMI
Solunum; fizyolojik bir olay olup, kişinin yaşamı için gerekli oksijeni sağlar. Temel fonksiyonu, dokulara oksijen sağlamak ve dokularda oluşan C02’i alıp dışarı atmaktır. Dolaşım sistemiyle koordineli çalışır. Gaz değişimini solunum sistemi; gaz taşıma işlemini ise dolaşım sistemi yapar.
Solunum sayısı :
Yetişkinlerde: 15_20
Çocuklarda: 20_25
Bebeklerde: 25_40 arasındadır.
Solunum organları
ASIL:
1. Burun
2. Yutak
3. Gırtlak
4. Soluk borusu (Branşlar- bronşcuklar ve broşioller- hava kesecikleri)
5. Akciğerler: SC 3, sol 2 loptur.
YARDIMCI:
1. Diyafragma karın kası
2. Kaburgaları ve arası kasları
3. Göğüs kasları
Soluk alıp vermeye ’’ solunum” adı verilir. Solunum, beyindeki solunum merkezinin akciğerlere C02’nin arttığını uyarması ile başlar. Merkezin diyaframı ve göğüs kaslarını uyarması üzerine de kaslar kasılarak göğüs kafesini genişletilir, kasılan kasların bir süre sonra gevşemesi ile gögüs kafesi daralır. Böylece soluk alıp verme işlemi gerçekleşecektir

D. OMURGA YARALANMALARI
Trafik kazalarında görülen ve felç riskinin yüksek olduğu en tehlikeli yaralanmalardandır. Omurgayı meydana getiren omurların kayması omurga bağlarının yırtılması, omurların kırılması, sinirlerin zedelenme
ve omuriliğin yaralanması olarak ortaya çıkabilirler. Sıklıkla boyun ve bel omurga bölgelerinde görülür.
a. Belirtileri
• Yaralanan bölgenin aşağısında uyuşukluk, güçsüzlük, duyu kaybı, hareketsizlik(sorun boyun bölgesinde ise boyundan aşağıda, bel bölgesinde ise belinde aşağıda duyu kaybı olacak
• Hareketle ağrı
• Yaralanan yerde yara, şişme olabilir
• Boyun omurga kırıklarında başın öne sarkması sonucu solunum güçlüğü
b. İlk yardım
• Solunum kontrol edilir, çene göğüsten uzaklaştırılır.
• Şok önlenir
• Yaralı hareket ettirilmeden atellenir.
• Felç olasılığına karşı kesinlikle oturtulmaz.
• Omurga kırk ise sert zeminde sırtüstü yatırılır.
• Omurga kırık değilse yara sarılarak yaralı bölge üstte alacak şekilde pozisyon verilir.
• Ambulansla sevk edilir.
• Omurga kırıkları ayrıca kırıklar bölümünde anlatılacaktır.
4. YANIKLAR VE YANIK YARALARI
A. ARAÇ YANGINLARINA KARŞI ÖNEM ALMA – SÖNDÜRME
Karayolları trafik yönetmeliğine göre A1-A2-F sınıf sürücü belgesi
ile kullanılan motorbisiklet, motorbisiklet , traktör dışındaki tüm araçlarda söndürme cihazı bulunmalı ve kullanma kılavuzunda belirtilen aralıklarda kontrolleri yapılmalıdır. Söndürme cihaz, sürücünün en kolay ulaşabileceği yerde bulundurulmalıdır.
– Araç yangınını söndürme
a. Kazadan sonra yangın çıkmaması için:
• Önce kontak kapatılır, akü ile iletişim kesilir.
• Aracın çevresi boşaltılır.
b. Yangın başlamış ise
• Kontak kapatılır.
• Söndürme cihazı alınarak motordan başlayan bir yangın da önce kaput açılmadan (hava ile teması önlemek için) motorun alt ve ön kısımlarına sıkılır.
• Soğutmadan sonra kaput biraz açılarak motora söndürme cihazı sıkılır.
• 3 cü aşamada kaput açılarak söndürücü sıkılır ve yangın söndürülür.
B. YANIK YARALARI, ÇEŞİTLERİ VE İLK YARDIM
a. Tanımı : Alet, ateş, sıcak su,:sıcak buhar, kızgın katı cisimler, asit boz, elektrik akımı, yıldırım güneş, radyasyon gibi nedenlerle doku arda meydana gelen yaraya YANIK denir. Vücut yüzeyinin %20 sinden daha fazlasının yanması yaşamsal risk oluşturur, Bebeklerde bu oran%l0 dur.
b. Çeşitleri- sınıflandırılması
Yanıklar derinliklerine göre 3’e ayrılırlar.
• Birinci derece yanıklar: Derinin sadece üst tabaksı yanmıştır. Deri bütünlüğü bozulmamıştır, gerginlik, ağrı kızarıklık vardır. İz ve sakatlık bırakmazlar. Güneş yanıklarında olduğu gibi.
• İkinci derece yanıklar: Derinin üst ve orta tabakası yanmış, bütünlüğü bozulmuştur. Kılcal damar ve sinir uçları açıkta olabileceğin den fazlaca ağrı vardır. Gerginlik, kızarıklık su d kesecikler oluşur, iz bırakabilirler.
• Üçüncü derece yanıklar: Deri bütünlüğü tümüyle bozulmuştur, kemiğe kadar inebilir, doku ve organlarda kömürleşme görülebileceği gibi derin iz ve sakatlıklara neden olur. Sinir hücrelerinde yandığından Çoğu kez ağrı duyusu yoktur, sızıntı şeklinde sıvı akar.
c. İlk yardım
• Yanan kişi acele araçtan çıkartılarak oradan uzaklaştırılır,
• Yaralı koşmamalı ve ayakta durmamalı (alevlerin artmaması için)
• Yaralının üzerine naylon olmayan kalın bir örtüyle ile başından ayağına doğru örtülerek alevler söndürülür. Onu yoksa yanıklı yerde sürekli çevrilerek alevleri söndürebilir,
• Giysileri deriye yapışmamış ise soğuk su dökül kesilerek çıkarılır.
• Yanık yerin merkezi ve çevresi soğuk su veya buzla uzun süre soğutulmalı. Kızgın yağ yanıkları birdenbire buzla değil önce su Sonra buzla soğutulmalı,
• Kimyasal maddelerle yanık olmuşsa bal su ile yıkanmalı
• Kesinlikle diş macunu, yoğurt, salça, yumurta akı, tentürdiyot sürülmemeli,
• 2 ci derece yanıkta su dolu kesecikler oluşmuşsa patlatılmamalı,
• Yanan yerin üzerine temiz ıslak bez kapatılır, bu bezin üzeri de naylonla kapatılarak hava ile teması kesilir,
• Bilinci yerinde ise bol su verilir, (Yeterince su verilmezse, 2-3. derece yanıklarda dolaşım zayıflar. Böbrek yetmezliği görülebilir. Su ile oluşabilecek şok önlenmiş olacaktır.)
• Varsa ağrı kesici verilebilir,
• Gözdeki yanıklarda soğuk su ile
5-10 dakika yıkanır sonra temiz bir bezle kapatılır,
• Kısa süre içinde sevk edilir.
5. DOKU VE ORGAN BAĞIŞI
Bir hastanın ağır bir hastalık sonucu fonksiyonlarını kaybeden organlarının yerine bir başkasından sağlam doku ve organlarının nakle dilmesi için verilmesine DOKU VE ORGAN BAGIŞI, bu amaçla yapılan işlemlere DOKU VE ORGAN NAKLİ denir.
A. BAĞIŞLANABİLECEK DOKU VE ORGANLAR
Kan,böbrek, kalp, karaciğer, pankreas, kemik iliği, akciğer, gözün kornea tabakası.
ülkemizde en çok bağışlanan kan dır. Kan bağışından sonra böbrek bağışı gelmektedir.
B. KİMLER BAĞIŞLAYABILİR?
• 18 yaşından büyük 65 yaşından küçük olanlar. Çocuklarda aile izin verirse 2 yaşından sonra organ ve dokusu alınabilir.
• Organ bağışına engel olan hastalıkları olmayanlar bağışlayabilir.
C. ORGAN BAĞIŞINA ENGEL DURUMLAR
Böbrek hastalıkları, şeker hastalığı, kanser, AİDS, sarılık, ağır iltihabı durumu olanlar bağışlayamazlar.
D. ORGAN BAĞIŞININ HUKUKİ VE DİNİ DURUMU
HUKUKİ DURUM
Doku ve organ nakli 29.05.1979 tarih ve 2238 yasa ile düzenlenmiştir. Yasa bir bedel karşılığı doku ve organ alınmasını, satılmasını ve reklamını yasaklamıştır. Bundan çıkar sağlayanlara ağır para ve 2-4yıl hapis cezası verilir. –
DİNİ DURUM
Diyanet işleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 06.03.1980 tarihinde aldığı karardaki koşullara uyulursa dinimize göre bir sakınca sı olmadığı belirtilmiştir. Buna göre;
– Zaruret halinin bulunması, yani hastanın hayati bir organını veya hayatını kurtarmak için bundan başka çaresinin kalmadığı hekimce belir
– Hastalığın bu yolla tedavi edilebileceğine hekimin kesin kanısının ve onayının bulunması
– Doku ve organın alınması sırasında kişinin ölmüş olması (böbrek kan hariç)
– Toplumun huzur ve düzeninin bozulmaması için organ ve dokusu alınacak kişinin yaşarken bir açıklaması yok ise yakınlarının izninin alınması. Görüldüğü gibi organ ve doku bağışının hukuken ve dine bir sakıncası yoktur. Oysa ülkemizde ne yazık ki yeterince bağış yapılmıyor. Bilinmeli ki binlerce hasta böbrek bekliyor yaşamak için, göz bekliyor karanlıktan çıkmak için. Bugün o hastalara gereken organlar belki yarın bize ve yakınlarımıza gerekebilir. Toplumsal bilinçle dayanışmanın bir örneğini daha göstermek zorundayız. Yaşarken birçok yaşam kurtarabiliriz, ama önemli olan öldükten sonrada bir hayat kurtarabilmektir

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

İNSANLARDA DOLAŞIM SİSTEMLERİ

Mart 22, 2008 at 12:55 pm (BİYOLOJİ)

DOLAŞIM SİSTEMİ
Dolaşım Sistemi: Kalp, kan, damarlar (Atar, toplar ve kılcal damarlar), Lenf damarları ve lenf bezlerinden meydana gelir.
Sistemin merkezi kalp olduğu için pompa gibi çalışarak kanı damarlara pompalar. Kılcal damarlar aracılığı ile kanın içindeki oksijeni, besinleri, hormonları, iyonları, kafa derisine, ayak parmağındaki hücrelere kadar taşır.
Buralarda kullanıldıktan sonra artık maddeleri,-karbondioksiti toplar damarlar aracılığı ile toplayarak temizlenmek üzere akciğerlere ve boşaltım sistemine taşır. Bu görevini yapamaz işe metabolizma artıkları biyokimyasal dengeyi bozar ve giderek yaşam sona erer.
Kalp:
4 odacıklıdır. üsttekiler kulakçık (atrium) , alttakiler karıncıktır. (Ventrikül)
Kalbin bir tarafı temiz diğer tarafı kirli kanı barındırır.
Kalp atım sayıları:
Yetişkinlerde: 60-80
Çocuklarda: 80-100
Bebeklerde: 1OO-120 arasındadır.
Kulakçıklar kasılınca kan karıncıklara, kancıklar kan atar damarlara pompalanır.
Damarlar:
Kan dağıtım yollarıdır: 3 çeşittir
a- Atardamarlar: Kalbin pompaladığı temiz kanı ( açık kırmızı ) vücuda dağılırlar.
Atardamarlarda kan kalbin ve damarın basıncıyla sürekli dokuları dolaşır.
b-Toplardamarlar : Kanı dokulardaki kılcal damarlardan alarak kalbe getiren damarlardır. Taşıdıkları kan kirlidir çünkü içinde C02 besin maddeleri ve artık maddeler vardır. Bu nedenle de koyu kırmızı renktedir.
Atardamar ve toplar damarlar yan yana durduklarından birbirlerinin kasılmasından etkilenirler ve dolaşımı kolaylaştırırlar.
c- Kılcal damarlar : Atar damarların en ince dallarıdır. 02 , C02 ve madde değişimini sağlarlar.Kan : Vücut ağırlığımızın 1/1 3’ü kandır. Kan; plazma , alyuvarlar, akyuvarlar ve kan pulcuklarından (plaket) oluşur. Kanın %55’i plazma; %459 şekilli elemandır

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

İNSANDA HAREKET SİSTEMİ

Mart 22, 2008 at 12:53 pm (BİYOLOJİ)

BAZI VÜCUT SİSTEMLERİ VE ORGANLARI
HAREKET SİSTEMİ
Hareket sistemi 3 bölümde incelenir.
A- Kemikler
B- Eklemler
C- Kaslar
A-KEMİKLER
Kemik dokusu: Kemik zarı, sert tabaka , süngerimsi tabakadan oluşur. Uzun kemiklerin ortasında bir boşluk vardır ki bu boşluk kemik iliği ile doludur.
Vücudumuzda bulunan 208 kemik iskeletimizi meydana getirir. İskelet vücudumuzun çatısını oluşturur. İskelet olmazsa hareket düşünülemez.
Kemikler yassı, uzun ve kısa olmak üzere üç türlüdür.
İSKELETİN BÖLGELERİ:
Baş kemikleri
– 14 kafada
– 14 yüzde Yassı kemiklerden oluşur.
Gövde kemikleri:
a. Göğüs kafesini oluşturan kemikler
– Göğüs kemiği :1
– Kaburga kemiği 22
b. Omurgalar: 34-35 omur
Omurların ortası deliktir ve burada omurilik bulunmaktadır
Üst taraf kemikleri:
– Köprücük kemiği
– Kürek kemiği
– Kol kemikleri
– Dirsek kemiği
– El bilek kemiği
– El tarak kemiği
– El parmak kemiği
Alt taraf kemikler:
– Kalça kemiği
– Uyluk kemiği
– Bacak kemiği( Kaval- Kamış)
– Diz kapağı
– Ayak bileği kemiği
– Ayak tarak kemiği
– Ayak parmak kemiği

B- EKLEMLER
Kemikleri eklem yüzeyleriyle birbirine bağlayan yapılardır. 3 Türlüdür;
a- Oynamaz eklemler: Baş kemiklerinde –
b- Yarı oynar eklemler : Omur ve kaburgalarda
c- Oynar eklemler: Alt çenede ,omuz- dirsek- bilek _el parmak, kalça_diz ,bilek_ayak parmaklarında bulunur.
C- KASLAR
Hareket sisteminin aktif yapısıdır. Yapılarına ve çalışma sistemine göre 2 grupta incelenebilir.
a. Çizgili : İsteğimizle çalışan kaslar
b. Çizgisiz-düz: İsteğimiz dışında çalışan kaslar
Kalp kası ayrıcalıklıdır. Çizgili olmasına karşın isteğimiz dışında çalışır.

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

TRAFİK KAZALARINDA EN ÇOK YARA ALAN VÜCUT BÖLGELERİ VE ORGANLARI

Mart 22, 2008 at 12:52 pm (BİYOLOJİ)

TRAFİK KAZALARINDA EN ÇOK YARA ALAN VÜCUT BÖLGELERİ VE ORGANLARI
A. VÜCUT BÖLGELERİ
BAŞ: Yüz-Kafa -Boyun
GOVDE : Göğüs,Kaburga-Karın (Karaciğer- Dalak)
ALT TARAF: Omurganın bir bölümü , bacaklar, kalça
ÜST TARAF : Omuz, kollar, dirsek ,el,omurganın bir bölümü
Bu bölgeler trafik kazalarından d fazla etkilenirler.
B- VÜCUT BOŞLUKLARI
1- Kafatası boşluğunda: Beyin, Beyincik, Soğanilik
2- Göğüs boşluğunda Yemek borusu, Soluk borusu, akciğer, kalp
3- Karın boşluğunda Mide, Pankreas, Böbrekler, Karaciğer, Bağırsaklar
4- leğen boşluğunda Üreme organları ve idrar torbası
5- Omurga boşluğunda: Omurilik ve sinirler bulunur.

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

İNSAN VUCUDU GENEL YAPISI

Mart 22, 2008 at 12:51 pm (BİYOLOJİ)

İNSAN VÜCUDU
1. GENEL YAPISI
Vücut yapısı ile ilgili genel bilgilerin bilinmesi ilk yardımın uygulanmasını kolaylaştıracağından bu bölümde çok temel bilgiler ana başlıklar halinde aktarılacaktır.
Hücre: insanda gözle görülemeyecek kadar küçük, bölünerek çoğalabilen en küçük yapı taşıdır hücreler vücut için gerekli besin ve gaz alış verişi bulunurlar. Bir hücrenin yapısı 3 bölümden oluşur:
– Hücre zarı: Hücre yüzeyini örter hücre beslenmesinde önemli bir rol oynar.
– Stoplasma (hücre gövdesi)
– Hücre çekirdeği ve çekirdekçikler
Doku : Vücudun canlılık fonksiyonlarını yerine getiren aynı yapı ve görevdeki hücreler topluğuna doku. denir. Epitel, destek, kas, sinir olmak üzere 4 grupta incelenir
Organ : Dokuların birleşmesiyle oluşur. Aynı görevi yapan değişik dokular organın oluşmasında rol oynarlar. Sistem : yaşamsal fonksiyonlardan birisi için değişik organlardan oluşan bir yapıdır. Örneğin; dolaşım sisteminde kalp ve damar gibi organlar bulunur.
Sistemler işbirliği içinde çalışmak zorundadırlar. Sistemlerden biri sinin bozulması diğer sistemleri de olumsuz etkiler. Dolaşım sistemin deki bozukluk solunum sistemini de bozan Şu sıralamayı hatırlayalım. Hücre- Doku-Organ-Sistem

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

Next page »